28 Ağustos 2015 Cuma

Hap almam gerek

Beynime oksijen gitmiyor. Sanırım bir panik atak geçiriyorum. Annem geldi. Arkadaşım gittikten sonra migrosa gitmişti ve yanıma geldi sonra. 

Bir ay önce evde kaloriferler bozuldu. Ama benim odam iyiydi. Mutluydum halimden. Kalorifer taktırmak istemedğimi söyledim. Sonra annem bana sormadan kalorifer alıp "ne zaman taktıralım" diye ısrar etmeye başladı. O kaloriferi hiç istemediğimi o yüzden odama taktırmayacağımı babamın yanında söyledim. Konu da orada kapandı. Herkes odama kalorifer takılmayacağında karar kıldı. 

Sonra demin,annem yanıma geldi. "Kaloriferi 2 gün içinde takıcaz." Dedi. O kaloriferin odama takılmayacağını söyleyince ısrar etmeye başladı. Ben de takılmayacak konu kapandı dedim. 
"O zaman senin bütün sosyal aktivitelerin bitti! Göreceksin sen gününü!" Diye bağırdı. Ben de bağırmaya başladım. "Sen mi karar veriyorsun buna? Bir ay önce kapanmış konuyu tekrar açıp beni kışkırtmak mı amacın?" Diye. "Sen manyaksın! Hasta. Baksana nasıl köpürüyor!" Diye kardeşime gösterdi beni. Dayla "anne tamam sus. Yeter artık!" Diye onu susturmaya çalıştı am susmadı o. "İlaç al sen ilaç! Hap lazım sana hap!" Diye bağırmaya devam etti. "Seni lapeye önlük giydirip yatırmamız gerek. Sen Amerika'da ne yapacaksın ki? İki gün dayanamazsın sonra seni kapı dışarı ederler yurtta." Diye konuşmaya devam etti. Hasta olan oydu ama ona hasta diyemedim. Çığlık çığlığa küfretmeye başladım sadece. "Siktir git başımdan lan! Sen okudun sanki Amerika'da!" "Evet! Bir buçuk sene kaldım.Sen iki gün bile dayanamazsın!" Dedi. "Sanki üniversiteye gittin orada lan siktir git başımdan! Manyak!" Diye bağırmaya devam ettim. Kendimi tutamadım. Ona karşı olan tüm kontrolümü kaybettim. Söylediği laflar beynimin ısınmasına,damarlarımın ortaya çıkmasına ve nefes almamın hızlanmasına neden olmuştu. Bağırmam gereken opera derslerimde bile bu kadar çığlık çığlığa bağırmamıştım. Sonra üstüme yürümeye başladı ama Dayla onu itti. "Anne sus yeter,git artık!" Diye diye,12 yaşımdaki kardeşim onu itti. "Onu dövmemi istiyor Dayla,dur bi. Onu döveyim de rahatlayalım." Dedi. Bağırmaya devam ediyordum. "O sinirli olduğu için öyle diyor anne,sen onu sinirlendiriyorsun. Git mutfağa,hadi!" Dedi. Konuşmaya devam ederek mutfağa girdi. Dayla kapıyı kapattı ama bilerek açtı. Dayla ise soğukkanlı bir şekilde yerine oturdu ve şarkı söylemeye başladı. Onu işte bu yüzden çok seviyorum. Her şekilde sakinliğini koruyor,çok güçlü ve olgun. Bu ailenin en normal insanı. Annem içeri girince gözyaşlarım istemsizce gözümden akmaya başladı. İfadesiz,kıpkırmızı olmuş bir suratla odama girdim ve giyinme odama kapandım. Nefes alamıyordum. Ellerim titriyordu ve beynim patlayacak gibiydi. Ağlamamı bir türlü durduramıyordum. Boynumdaki damarlar çatlayacak kadar sertleşmişti. Şok içindeyken blogumu açtım. Buraya yazmaya başladım. Artık daha iyiyim. Nefesim normal,başım durulmuş durumda. Titremem sadece ağzımdab nefes alınca oluyor. Ağrayan tek yerim ise kalbim. Sanırım normal halime döndüm. 


26 Ağustos 2015 Çarşamba

Dinleyin beni...lütfen.

Beni bir kez olsun dinleyin. Hayır ama gerçekten dinleyin. Sözümü kesmeden,inkar etmeden,yanımdan gitmeden ve beni elinizi kaldırıp "sus" demeden dinleyin. Birbirinize bakıp alay edercesine gülmeyin benimle konuşurken. Bağırmayın,ağlama numarası yapmayın. Sadece susun ve beni bir heykel gibi dinleyin. 2 sene sonra gidiyorum ve bir sene boyunca daha önce sadece bir kere tatil için gittiğim bir ülkede kalacağım. Elbette arada tatiller olacak gelme şansımın olduğu ama dürüst olayım mı? Hiç gelmek istemiyorum. Hatta bir sene boyunca sizi ne görmek ne de sizin sesinizi duymak istiyorum. Çünkü nefesim tükendi. Size baktıkça geçmişi hatırlıyor ve özür haketmeme rağmen inkar edilen şeyleri tekrar tekrar hatırlıyorum. Başıma ağrılar giriyor,gözlerim doluyor,içim parçalanıyor. Bir türlü gözümün önünden gitmiyor o kareler. Özellikle de senden uzaklaşmak istiyorum. Çünkü sen,beni doğuran insan,benim hayattaki en büyük korkumsun. Sana baktığımda sevgi,huzur,rahatlama,bağlılık görmem gerekir. Oysa ben sana ne zaman baksam korku,dehşet,üzüntü,gerginlik,huzursuzluk görüyorum. Seninle konuşmak benim için en zor şey bu hayatta. Çünkü eğer doğru sözcükleri kullanamazsam eleştirilmeye başlanacağımı,kompleksli ve kıskanç durumuna düşeceğimi,kendime olan güvensizliğimin dile getirileceğini,aşağılanacağımı ve senin o suratını ekşitip fısıldayarak yaptığın hakaretlere maruz kalacağımı biliyorum. Seninle ne zaman konuşsam kendimi çivili kolduğa oturmuş gibi hissediyorum. Senin etrafında ne zaman dolansam kendimi işe yaramaz,gereksiz bir insan gibi hissediyorum. Herşeye karışman,beni olmadığım karakterlerdeymişim gibi göstermen,benimle alay etmen sanki beni bıçaklıyormuşsun gibi hissettiriyor. Bu saydıklarımı ne zaman yapsan suratım karıncalanıyor,boğazımın ortasına birşey oturuyor ve nefesim kesiliyor. Sanki bir saliseliğine kalbim duruyor. Sanki bir an kör oluyorum. Sanki...sanki bir an hayatım gözümün önünden geçiyor. Giyimim...hep seni rahatsız etti değil mi? Çünkü hiçbir zaman kafandaki "ideal genç kız" görünümünde değildim. Fazla erken ergenliğe girdim evet. Bu yüzden 11 yaşımda olmama rağmen kıvrımlarım vardı. Ama bu beni orospu yapamazdı ki? Ben hala çocuktum ve giydiğim ne kadar kısa olursa olsun (ki normal bıyda bir etek sana hep kısa gelmiştir) birşey denemezdi bana. Ama sen babamı kandırmayı da başardın ve ne giyersem giyeyim bir şekilde bana "orospu kılıklı" demek için herşeyi yaptın. Hatırlıyorum da bir keresinde bir elbise almıştık beraber. Dizimin hemen üstündeydi. Ben daha 12'ydim. Bu yaştaki bir çocuğa uzun-kısa etek düşünülür mü? Zaten normal bir boydu. Almam için mağazada itiraz ettiğin elbiseyi babamın yanında "türk dizilerindeki orospu kızlardan özeniyor herhalde" diye aşağılamıştın. Babam da bana o elbiseyi zorla çıkarttırmıştı. Siyah ojeye özeniyordum. Boyalı tırnak beni nasıl ahlaksız yapabilirdi? Sana sormuştum alabilir miyiz diye. "Aynı küçük orospulara benzersin" demiştin. Yaşıtlarımın hep kullandığı birşeydi o. Ama ben,sadece sen sevmiyorsun diye yasak yemiştim. Sonra birgğn ekose etek giymiştim ama hani öyle mini değil diz altı upuzun dandik bir etek. Bana "gossip girl orospusu" demiştin. 13 yaşındaydım!13! Babam her şekilde kıskanıyordu beni. Senin dediklerini bahane edip giysilerimi erkek gibi yapmaya çalışıyordu. Bir keresinde babam yurtdışına gitmişti. Birşey demesem bile beni dövmüştün. Uzun etek giyordum yine. "Orospu kılıklı" demiştin bana. O kadar sinirlerim bozulmuştu ki...attığın dayaklar önemsizdi. Ama o laf 13 yaşımdayken bedenimi sorgulamaya yetmişti. Zaten kilo takıntım vardı ama o gün düşündüğüm şey şuydu: belki de çıkık popolu olduğumdan beni böyle sanıyordur. Eğer daha da zayıflarsam çocuk gibi olur vücudum ve bana bunu diyemez. Ama yemesem de ayrı bir dert değil mi? Hayatım boyunca kilo konusunda üstüme gelen bir sen bir de babam oldu zaten. Ama suçu arkadaşıma attın. 12 yaşımdayken kiloluydum biraz ama sonra sağlıklı beslenme sporla direk zayıfladım o yaz. Ama bu seni rahatsız etti çünkü kızın inceydi. Ancak sen kızının yaşındayken öyle değildin. Beni o akupunturcu arkadaşına götürüp tartıya çıkartmıştın. Normalde listesiz,her şeyden az az yiyen o sağlıklı çocuk ben,o gün 1700 kalorilik diyet yapmaya zorlandım. Zorlayanlar da 85 kiloluk bir kadın ve diyetisyenlik sertifikası olmayan bir doktor. Liste istemiyordum! 48 kiloydum ve boyum da normaldi. "Ne olur 50 kilo olsan kışın?" Diyordun. Ne olurdu olmasaydım? Beni o kadar korkuttun ki kaloriyle tanıştırarak...o kış yediğim herşeyi kustum. Çünkü 49 olmuştum. Sonra? Sen anladın bir gece kustuğumu çünkü itiraf ettim. Gece çantamı aradın,o sıska kız Tina bana zayıflama ilacı mı verdi diye. Vermedi! Vermedi dedim! Babama söylemekle tehdit ettin beni. Kusmayacağıma yemin ettim. Söylemeyecektin,yemin ettin. Hayatımın en kötü gecesiydi o. Cumartesiydi. Pazartesi beni kardiyoloğa götürdün. Ritmime bakarlarken babamı arayıp panik yaptırdın. Beni köşeye çekip zayıflama hapı alıp almadığım hakkında sorguya çektiniz. Almadım işte! Almadım! Sonra yabanmersini çıkardın çantandan ara öğün olarak. Aç değildim,istemedim. Tina ike arkadaşlığınızı bozucam o seni böyle yaptı diye bağırdın bana! Sonra babamın yanında kustuğumu anlattın. Hani söylemeyecektin? Baba,sen de masum değildin. Kardiyoloğun yanında "Eğer böyle devam ederse arkadaşlıklarını bozucam."diye bağırdın. Onun suçu yoktu anlasanıza! O sadece iştahsız bir kızdı. Sıskaydı ama benim de vücudumu hep beğendiğini söylerdi. O sene bana çok kötü davrandınız. Ne kadar sağlıklı beslenmeye çalışsam da size göre sadece iştahsızdım. Evet çok iştahlı değildim! Sizin gibi yemek yiyemiyordım! Bu kötü birşey değildi! Ama hayır. Ben size göre hep hasta olacaktım. Size göre ben,hastane paralarıyla sizi iflas ettirecektim. Size göre ben bir gram bile versem o günün tadı kaçıyordu. Siz yemek cahilleri ben normalde sadece "ince" sayılsam bile beni "anoreksik" görnektenısrarcıydınız. Bunun suçlusu ise sadece o anoreksik kız Tina'ydı. Baba hatırlıyor musun? Bir keresinde yemeğimi yukarda unutmuştum ve senin getirmeni rica etmiştim. Tabii senin gözünde kuş kadar yiyordum. Aslında o gayet normal bir porsiyondu. "Bu mu yemeğin?" Diye kızmıştın bana. Ekmeği nerdeydi? 46 kiloydum ve halimden memnundum ben. Herkes de iyi olduğumu söylüyordu. Ekmek meraklısı bir yapım yoktu ki?" Baba istemiyorum ekmek" demiştim. Sen de hemen babamın kızdığını anlayıp dahanda kışkırtmaya başladın ordan "Açlıktan geberecek" diye diye. Sonra sen "bu kadarla doyuyorum" diyince ben sanki küfretmişim gibi elini kaldırıp üstğme yürüdün. "Yemek yiyeceksin" diye bağırdın bana. Hiç o kadar rezil hissetmemiştim kendimi çünkü kapıdanservis hostesi vardı. 13 yaşında olmama rağmen çok başarılı bir öğrenciydim. Şarkı söylüyordum ve SBS deneme puanlarım 450 gibi hiç fena olmayan puanlardı. Sağlığım artık yerindeydi ve korkumdan etek giymiyordum. Ama hala ailenin yüz karasıydım. O gün ilk işim okul tuvaletine kapanıp ağlamaktı. Senin el kaldırışını hatırladıkça göz yaşlarımı yanaklarımda hissediyordum. En acısı da neydi biliyor musun? O gün hiçbir şey olmamış gibi iş çıkışı benimle eve gelip şakalaştın,konuştun. Ben senin yüzğne bakamıyordum oysa. Çünkü kalbim kırılmıştı. O kadar cahildin ki yemekte,18 yaşında gibi yiyordun ve ben hafif yediğim için bana kızıyordun. Farkettiniz mi bilmem ama o dönem tek yaptığınız benim ne yediğimi öğrenmeye çalışmak ve sonra yediğim her sağlıklı şeyi eleştirmekti. Yok öğlen tost mu yenirmiş,yok neden salata yiyip hamburger yemiyor muşum,yok neden hamburgerime ketçap koymamışım da siz koymuşsınız...Bıkmıştım! Kendinizde ne yediğimi kontrol etme hakkını bulmultunuz. Bir de yemek yeme sürem vardı. Neden 20 kez çiğniyordum herşeyi? Neden sizin gibi koca bir tabak makarnayı 5 dakkada yemiyordum?bir zaman sonra kendimi yemeğe saldırırken buldum. Özellikle de sizin yanınızda. Böylece tıkınırcasına yeme bozukluğum başladı. Liseye başlar başlamaz kilo aldım.  

Arkası yarın...

23 Ağustos 2015 Pazar

Reset butonu

İlk yazım bu blogu açış nedenimi açıklayarak yayımlansın. 
Bu blog aslında benim günlüğüm. Benim duygularımı istediğim gibi ifade edebileceğim,bağırıp,çağırıp haykırabilecdğim bir yer. Uzun bir süre kimseye bu blogdan bahsetmeyi düşünmüyorum. Çünkü daha önce hiç hoş şeyler olmamıştı. 
Bu blogda hayvan haklarından bahsetmeyeceğim. Ya da insan haklarından. Ya da aktivistçe olan diğer şeylerden. Ben buraya hissettiklerimi yazacağım. Belli bir zamanı da olmayacak bu blogun. Bu blog ,benim ihtiyacım olduğunu hissettiğim zamanki reset düğmem olacak. Yani zihnimde fazlalık olarak birikmiş herşeyi buraya aktaracağım. 

Reset düğmesi,evet. Her zaman olmasını istediğim birşeydir zihnimde. Çünkü eğer bir reset düğmem olsaydı geçmişte beni üzen,kalbimin kırılmasına neden olan,unutmaya çalışıp unutamadığım ve hatırladıkça beni güçsüzleştirip paramparça eden olaylar bir tıklayışta zihnimden uçup gider. 
Bu bahsettiğim olaylar reset düğmem olmadığı için birikmiş ve koca bir canavara dönüşmüş durumda. Bu canavar gitgide beni öldürüyor. Onu konuşarak dışarıya atmaya çalıştım ancak daha herşeyi anlatmamışken(kabul etmeliyim ki çok fazla olay var) insanların tepkisi hep "boşveeer" "fazla düşünüyorsun" "unut gitsin" gibi şeyler oldu. Terapist? Denedim. Ancak çok bir etkisi olduğunu söyleyemem. Sonuçta en fazla 1 saat konuşabiliyorsun ve dünyanın parasını ödüyorsun. Ayrıca aldığım ilaçlar beni robottan başka birşeye dönüştürmedi ve daha kötü yaptı. Bazen kendimi odamda duvara saatlerce dertlerimi anlatırken bulup şizofren olduğumu düşünmeye başladım. Ancak bu şizofreni değildi,sadece beni yargılamadan konuşacak birine ihtiyacım vardı. Bir insanın beni dinlemeye başlarsa sabaha kadar dinleyemeyeceğini ve sonunda bir yerde "dur!" Diyeceğini bildiğim için bu blogu açtım. Çünkü bir blog bana asla "dur" diyemez. Dediğim herşeyi de kelimesi kelimesine saklar. Duvara konuşmaktan daha iyi bir fikir değil mi?
Planım bu blogda o kötü olaylardan biri aklıma geldiği anda olayı yazıya geçirmek ve zihnimden onu atmaya çalışmak. Böylece boğuluyor gibi hissetmekten en azından bir anlığına kurtulabilirim.